Neyse niye bu kadar duygusal girdim bilmiyorum, öyle bir şey düşünecek ve hissedecek halde pek değilim esasen. Hayatında ilk kez girdiği bir odada kişi nasıl etrafına bakınırsa öyle bakıyorum sadece hayata burada. Gözüm alıştı biraz, şehirde kaybolmadan dolaşabilecek konuma geldim biraz. Bir kaç kelime Bulgarca öğrendim, alfabeyi çözdüm sayılır filan... Bugün Sofya şehir turu yaptık, iyi oldu, biraz bilgi edindim şehir hakkında. Sabah hep beraber buluşulup gidilecekti aslında... Ama oda dostum geç kaldığı için biz en son ikimiz gittik. Neyse ki şanslıydık tam vardığımızda grup yeni harekete geçmişti. Daha ne olduğunu anlamadan ikiye ayrılma kararı almış grup, bir kısmı ilerleyip diğeri orada kalınca kendiliğimden ilerleyen gruba katıldım.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxMoi5GymjpqvmbIky9vVcaIMAt7Hljk-vM6khPhNCjq29uVor3_9Dgzmr3Zlhad9cQiWkfR0ntRRhbS1X7yS-xh3KoJOw1RP16FSdM56GKX-0uPk9ZbY68DDazLnRIlRvm029gwRI_DE/s320/P031010_11.20.jpg)
Tabi katılmamla birlikte Kazak güzeli de görmem kararımın ne kadar isabetli olduğunu gösterdi bana. Doğal bir kararlılıkla doluydum bugün. Yan yana geldiğimizde hemen bonjour’u patlattım, kız sanırım çok iyi fransızca bilmiyor, bir söylediğimi bir daha söylemek zorunda kalıyorum (tabi bonjour için geçerli değil bu). Bir de tam anlayamadığım bir durum bu kız Rus filan asıllı olmalı ya öyle Kazak olamaz kimse bizi kandırmasın rica ediyorum. 2 kazak kız daha var ve onlarla bu kız arasında Seine nehri ile İstanbul Boğazı kadar fark var inanın bana. Bir kız daha var ki grupta nereli tam anlayamadım. Kazaklarla ama diğer (hakiki) kazak kızlarla pek konuşmuyor, Rus filan olduğunu ya da biyerli olduğunu düşünüyor ve Aybalamın da onunla Rusça konuştuğu gibi savlar ileri sürüyorum ama bu konuda en ufak bir kanıtım bile yok. Her neyse gezi boyunca hep kıza bir adım mesafede kalarak kararlılığımı gösterdim. Kızın ya çok canı sıkılıyor ya da bilmiyoru yaa pek kimseyle konuşmuyor böyle hüzünlü bir güzelliği var filan... Neyse efenim önce bu hanım kızımızın Mavi jeans pantolon giyidğini görmemle bir gurur, bir sada hissetmedim desem yalan olur. Bugün etrafı dolaşırken Osmanlı etkisinin de haliyle burada ne kadar yoğun olduğunu gördüm, her tarihi binanın yanında bir Osmanlı lafı geçiyor, en efsanevi yapıları Aleksander Nevski Osmanlı hakimiyetindne kurtulmak için canını veren askerler hatırasına dikilmiş, Arkeoloji Müzesi bildiğiniz medreseden çevrilmiş, bir cami var idi merkezde o cami yanlış anlamadıysam Mimar Sinan’ın eseriymiş ve Sofya’daki tek aktif durumdaki camiymiş. Zaten burada Sinan’ın bir eseri vardı da sanırım o bu işte. Sonra el sanatları filan gibi bir Müze eski Osmanlı valisinin konağıymış, sonra buraya Fransız Kralı’nın oğlu gelmiş orada hüküm sürmüş filan 20. yy başında.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiE31Q4UUu1bdolcE_jTKZf0h7lq-JQNDB2lWzrJ2qXwGDZox34SpVdn9L1OoGB9QSyZXtsEvgdmoCCZ0PE5yi4Cr1VIznxXknNzip55KtBTTvA83EMllh9zkHnhOUPJMQsrsNsHhkSd8k/s320/P031010_11.32.jpg)
Sonra yer altında bir Roma şehri kalıntılarını gördük 6 bin yıllık filan pek güzel duruyorlar, proje devam etmekte. 4. ve 6. yüzyıldan kalma iki kiliseyi ziyaret ettik, Bizans mimarisinin güzel örneklerinden çok şirin.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjsb8l5tnvDf_VNmgLrd0znJAJpWu0V8aLYjZutNkmB-RlzoLs5pwJzWtJKqV0JK1TmziKAoXAUmDQ2BjHezr6oHHxNI3Wzm1GBRbDMmwJolnu7lYkQ7tjq_nahh7zcOuIpt7Y3xXWg4pU/s320/P031010_10.40.jpg)
Velhasıl güzel bir geziydi. Hava biraz serin olduğundan ben üzerime bir tişört, bir sweat shirt, bir kalın hırka ve bir yağmurluk giyerek çıkmıştım. Ne kadar iyi ettiğimi de sonradan bir kez daha anladım. Yoo havanın soğuk olması değil, güzel hanım kızımız bayağı üşümüştü önce kazak arkadaşları eldivenlerini verdiler, pek bir kibar olduğundan kabul etmek istemedi sonra bir yerin önünde dururken de bir titredi filan ben de hemen “Tu as froid?” diye sordum, ouiii dedi. Ama mal gibi bir anda aklıma kıza yağmurluk ya da hırkamı vermek gelmedi, sonra geldi de gidip sapık gibi ya istersen hırkamı sana vereyim desem olmaz diye düşündüm. Neyse ki gezimizin sonlarına doğru Senegal dostluğunu bir kez daha gösterdi ve Mbaye arkadaşımın “ne o kızlar üşüyor musunuz?” suali, adeta bana cennetin kapısını araladı. Daha önceden vermek üzere çıkarmış olup elimde tuttuğum yağmurluğu üşüyorsan bunu alabilirsin diyerek “saçları saman sarısı, kirpikleri yeşil” güzele uzattım. Yok canım, “C’est tres gentil” filan diyerek reddetme çabalarını aa olur mu bak ben zaten giymiyorum sen de kalsın “Ça va” deyip verdim. Teşekkür edip giydi... Ancak daha sonra grup halinde mobilize olmanın azizliğine uğradım onlar gerilerde kalırken biz malesef herkes inek gibi eve dönmek istediği için şehir merkezinde kalma fırsatını kaçırıp Kazak güzeli arkamda bırakarak yoluma devam etmek zorunda kaldım. Aslında bir açıdan da iyi oldu zira, halen yağmurluğum kendisinde ve yarın aynı master programında olmamız sebebiyle görmemim yanı sıra onunla konuşma ve iyi bir başlangıç yaptığım için mutluluklara garkım şu anda...
İşte böyle sonrasında eve dönerken içerisinde salam ve bolca peynir ile tereyağı olan hafif krepimsi ve şekerlimsi bir dürüm gibi bir şey yedim ki 2 muz ve 1 portakal dışında bugün yediğim tek şey de bu... Biraz çeviri yaptım ki, daha sonra vaktim olmayabilir Ocak ayında da para kazanmam lazım haliyle filan... Neyse Konyalı Kasım’ın “ki” şarkısına dönmeden bu yazıya bir son veriyorum ey dostlar. Kendinize iyi bakın, Dovijdane...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder