
Bir Sofya Günlükleri'nden daha merhaba sevgili izleyiciler. Açıkçası artık pek vakit bulamıyorum blog yazmaya. Zaten sanırım insanlar da biraz sıkıldı okumaktan (okuyorlarsa tabi :) Neyse işte zaten amaç arada takılmaktı blogta, bir de size burdaki hayat nasıl filan ondan biraz bahsetmekti. Herhalde edebi karizmatik filan konuşmak istesem "Deneyimleri paylaşmak" derdim. Şimdi biraz son günlerde neler yaptığımdan bahsedeyim.
Pazar sabahı 6:30'da uyandım dostlar, evet! Yakınlardaki (ne kadar yakınsa 2 buçuk saat filan burdan da) Rila Manastır'ını görmeye gittik, bildiğiniz okul gezisi tadında. Açıkçası sabah bu kadar erken kalkıp, sadece yol parası 21 leva ödeyip filan çıktığım bu gezi beni hiç de tatmin etmedi. Yani böyle yapıların tarihi, kültürel filan önemini anlıyorum da Turistik açıdan bana biraz pazarlama gibi geliyor sadece. Manastır 9. yüzyılda içindeki inancı bulmaya/yaşamaya giden bir rahip tarafından dağın tepesinde bir yerlerde inşa edilmeye başlamış. Bulgarların Hristyianlığa geçmesi açısından önemli filan. Adam 9 yıl dağda tek başına, öyle mağarada filan yaşamış, sonra da yavaştan bir manastır inşa etmeye karar vermiş, sonra onun takipçileri filan bitirmişler manasıtırı. Yani bir yandanBulgarlar için mabed gibi dini önemi olan bir yer, öte yandan bölgedeki Osmanlı hakimiyeti boyunca da Bulgar dili, kültürü, dininin korunması açısından adeta bir korunak olarak görülmüş. O yüzden bir diğer önemi kültürel ve tarihsel. Ama ne bileyim bu duyguları bir turistin sadece bu manastırı gezerek hissetmesi pek kolay bir iş değil. Dolayısıyla binanın mimari özelliği, içinde yer aldığı doğa, orada yapılabilecekler filan insanın ilgisini çekebilir. Yani 3 saatlik yol gidip, 2-3 saat orada hadi siz takılın dedikten sonra öyle manastırı biraz gezip, ormanda dolaşıp bişiler yeyip dönmek ve bir pazar günü ve grupçanak pek beni mutlu etmedi açıkçası. Neyse sonra dönerken yaa keşke Rus arkadaşlarımla takılsaydım diye hayıflanıyorum, bir yandan şehir merkezine vardık ama telefonlarını almayı sürekli unuttuğum için arıyamıyorum napıyorsunuz diye. Sonra Allahtan aynı otobüste karşılaştık da bende bir mutluluk hasıl oldu, beraber oturduk bişiler içtik filan. Kızlar çok sympa, heralde burda en iyi anlaştığım ve beraberken en çok eğlendiğim insanlar onlar o yüzden de tanıştığımız günden beri sürekli muhabbet etmece, dışarı çıkıp içmece filan gibi faaliyetlere katılıyoruz. En güzeli tabi sigara arkadaşım olmaları, odada sigara içmediğimden dışarı çıkıp tek başıma kalmak yerine onlarla hep beraber geiyk yapıp sigara içerek muhabbet edebiliyoruz. Neyse bu kadar iyi kalpli değilim tabi ki, yani saf değilim, kızlardan birisini çok beğeniyorum ismi Jenya diye okunuyor da Rusçası biraz daha karışık filan. Burada detayları vermicem tabi size, ama listemde bir numaraya oturdu diyebilirim. Bakalım fikstür belirlendikten sonra sonuçlar ne olacak?
Başka neler yaptım? Dersler muhteşem yaa, 1 hafta boyunca aynı ders, sonra bir grup projesi sonra sınav tadında, her hafta patlatıyorlar. Allahtan informatique gruplara bölünmüş de 1-2 öğle sonu dersim yoktu eve gelip dinlenebildim uyudum filan... Bu arada sağolsun hocalarım çok iyi davranıyorlar! İngilizce'den tabiki muaf olamadım, bize Oxford diye gayet dandik bir gramer sınavı verip 80 üzeri alan geçiyor dedikleri için ne hikmetse geçemeyip 2. gruba yerleştirildim. Bayaa gıcık oldum yaa bakalım dersler nasıl olacak, baktım sıkılıyorum gitmicem yaa, naparlarsa yapsınlar vallahi! Neyse kızdım biraz. Onun dışında muhteşem Fransızca Excel'e giriş yaptık informatique dersinde. A klavye, Fransızca ders takılıyoruz. Allahtan ben biraz anlıyorum bu konuları da, yoksa sınıfın çoğu Fransız dili ve edebiyatı mezunu ve bu derslerden ne anlıyorlar cidden merak ediyorum...

Bu arada birçok arkadaşım çektiğim resimlere bakıp ollum burası Sofya filan değil dediler. Bence de bi garip ya burası bayaa, mesela geçen gün şimdi bizi her gün Sofya İETT'den bir otobüs gelip alıyor ve okula götürüyor tamam mı? İşte sağolsun Bulgarlar şoföre abii gelmeyenler var beklicez, şu saatte gidelim filan demeye üşeniyorlar. Ben de öğrendim az-biraz bulgarca, olmadı ben söylüyorum. İşte geçen gün şoför bişiler soruyor, ortalıkta bulgar yok tabi, bizim Afrikalı dostlar da şaşkın çaresiz bakınıyorlar, gittim ben konuştum adamla. Dedim böyle böyle biraz daha beklicez. Ama sorun şu :Ben bulgarcayı konuşabiliyorum ama anlayamıyorum. Bi kağıt var öğrencilerden biri imzalıyor, tamam bindik deye... Neyse Başak kağıdı imzalanması gerektiğine karar verip aldı attı imzasını adam bişiler soruyor bu arada, ben de bulgar dostlara ya bi dakika baksanıza dedim. Adam meğerse Türkmüş, Başak diye imzayı görünce "Aaa sen Türk müsün?" dedi Başak'a. Ben de dedim ki Bulgarlara tamam yaa gerek yok size, abi Türkmüş biz hallederiz diye.... Ha ha ha, işte böyle dostlar. Sonra dün mü ne bişiler içmeye dışarı çıktık, hemen yanda süper ucuz bir kafe var, bira filan içiyoruz. Televizyonda Bursaspor-Manchester maçı filan var. Etrafta zaten 3-5 Türk restoranı/kafesi yakın filan. Rakı istesen var, ayran desen her yerde, yemekler Musakka, işkembe çorbası filan... Pek gurbette değiliz gibi yani burada. Ama dün Jenya'ya Nazım Hikmet şiirlerinin Rusçasını ararken işte bloguma koyduğum "Sofya'dan" şiirine rastgeldim de bir fena oldum. Bir gün belki ben de Sofya'yı anlatan bişiler yazarım filan... Neyse ben bir yandan böyle Rusça filan öğrenmeye/anlamaya çalışırken Jenya da sağolsun Türkçe öğreniyor. Seni seviyorum ne diye sorumuştu söyledim o da Rusçasını söyledi de unuttum gitti tabi. O da unutmuş da gidip Kazak kıza sormuş, o biliyormuş nerdense filan saçmalıklara gel. Sonra bugün sağolsun üzerimde telaffuz denemeleri yaptı. "Ben seni seviyorum" diyerek gerdi beni de hangi contexte te diyemedim utanıp. Tabi onun kankası Luba sürekli yanımızda olunca olmuyor da neyse. Yarın sanırım derslerden filan sonra, biraz dinlenip Tekila gecesi yapıcaz, şaka gibi şişesi burda 8 leva da!!! Haydi çav çav hacıboylar....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder