![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKwhU8AhyFUH0tl9UT-YejZyt6avgbXweFwprOF61hhZJ2sZNHydXUdHd3ynFoYdqWK8woR4sllZ_-gmG3eDjD7OnR8q5QqM-EaK4ccO4YAZJOcWsINXVWFXGQP78K_IqZtX_0xM5JgME/s320/P221010_07.19.jpg)
IFAGien (komik geliyor bana bu laf IFAG'lı demek için, sanki bir canlı türü gibiyiz resmen) hayatıma bayağı adapte oldum sanırım, sabah 7'de kalkmacalar, sandviç meyve, meyve suyu filanlı sabah kahvaltıları, sonra Mbaye dostla odadan çıkıp genelde otobüsü beklemeye gelen ilk insanlar olmamız. Tabi saat 7'de uyanınca halen gece oluyor dostlar, kaldığımız yerde hesaba katıldığında kendimi adeta bir işçi gibi hissediyorum. Sanırım komünist hükümet bütün bir ruh halini vermek için böyle inşa etmiş bu binaları. Bu haftasonu saatler ileri mi geri mi artık biyere alınıyor da ben hiç anlamadım hayatım boyunca bu işin nasıl olduğunu, sonuç olarak uyandığımda karanlık olmıcak heralde ama bu sefer de akşam okuldan dönerken karanlık olacak. Neyse öğleden sonraları pek dersim olmuyor. 1-2 gün sanırım, bir ingilizce bir enformatik tadında. Enformatik de excel olarak bayağı ilginç şeylere girdik yaa, işallah unutmam yeniden, baya kullanışlı gibi. Ooo süper bilinçli öğrenci insanı oldum da İngilizce için aynı şeyi düşünmüyorum ya, mal kadın dayadı gramer sınavını 80 alırsan muaf oluyon dersten, arkadaş Toeffl'dan koymuşum çocuğu bıraksana beni almak istemiyorum dersi, grupları da mal gibi saçma sapan kurmuş, bakalım ders nasıl olacak ya. Vallahi baktım olmuyor girmem yaa yerim "zero absence, zero retard" felsefesini. Neyse haftaiçi böyle geçiyor işte dostlar, sabahtan okula gitmece dersim yoksa öğlen orda yemek yeyip dönmece. Ama burada zamanı pek etkin kullandığımı hiç ama hiç söyleyemem. Çünkü dersimin olmadığı öğle sonraları gelip 3-6 arası uyuyorum, sonra da kalkıp mal mal takılıyorum öyle, genelde hafta içi içmeyelim yaa geyikleri daha ilk günden yalan olup bir anda kendimizi bira içerken buluyoruz. Ya da işte varsa şöyle yalandan derslere bakıyoruz. Dersler de o kadar zor değil de, edebiyat filan okuyunca herkes pek anlamıyorlar. Genelde sürekli grup ödevi yapmaca, gruplarda sözüm geçiyor biraz, daha rahat bir konumdayım. Hafta sonu genelde grup toplantılarımız oluyor da genelde Cuma günü fena halde içip dağıttığımızdan cumartesi günleri salak tadında oluyorum. Sonra pazar günü de öyle belki dolaşmaca, hep beraber kahve içmeceler tadında. Sonra yeniden hafta başlıyor. Arada fırsat bulursam işte çeviri yapıyorum, çok nadiren kitap okuyorum (malesef!) filan...
Evet yazımın bu ikinci bölümünde de Sofya üzerine birkaç kelam daha etmek isterim sevgili dostlar. Sofya'nın bana en ilginç gelen yanlarından birisi etrafının cidden dağlarla çevrili olması. Yani kelimenin tam anlamıyla şehrin dört bir yanını böyle koca koca Shining filmi dağları çevirmiş. Bulutlar sislerle filan garip görünüyor, hava açık olduğunda da ağaçların garip yeşili sarısı -bilhassa sonbaharda- birbirine karışarak hoş bir manzara ortaya koyuyor. Zaten Nazım Hikmet'in dediği gibi Sofya'da ağaç duvardan önce, bayağı yeşil bir kent. Ama yakında buraları da tahrip ederler gibime geliyor, öyle ki Sofya'da daha altyapı, inşaat filan bakımındna yapılması gereken çok şey var. Şehir artık 'modern' olmak istiyorsa eski elbiselerini atmalı üzerinden, genelde merkez tamamen yenilenmiş gibi, ama çok az dışarı doğru çıkınca binaların halini görüyorsunuz, dökülen mahalleler, eski evler, garip yerler... Ben tabi biraz daha şehir dışına doğru kaldığım ve burası öğrenci şehri olduğu için aşağı yukarı 8 katlı apartman bloklar yükseliyor, ama hepsi fena durumda yani buralar çok fazla süremez gibi geliyor bana, tamamen elden geçirilmeli, yenilenmeli. Hatta Jenya buraya "post-apokaliptik world" diyor, genelde olduğu gibi ona hak veriyorum. Haftasonu çevrede biraz dolaştık, yeni binalar gördük filan, resmen bir anda yeni fetişisti oldum. İstanbul'a gelsem aceba nasıl değişirim diye düşünüyorum yaa...
Öte yandan Kiril alfabesine biraz aşinalık sağladım, birkaç harf gayet farklı okunuyor (Mesela H, N olarak; ya da P, R gibi...) diyorum ki istanbula gitsem kimbilir nasıl okucam tabelaları. Burada resmen okumayı söken çocuklar gibi oldum görseniz, geçerken tabelalarda ne yazdığını heceleye heceleye okuyorum. Mesela restorant şöyle yazılıyor: PECTOPAHT. Bu yüzden İstanbul'da komik şeyler gelebilir başıma. Restorant demişken hani ilk zamanlarda yaa Bulgar yemekleri çok güzel filan diyordum yaa, aslında halen aynı düşüncedeyim ama birkaç sorun var. Birincisi yemekler çok yağlı, yani çorba pilav ya da başka bir yemek al, tadı güzel de yemekte resmen yağ görünüyor yaa, bazen insana ağır gelebiliyor bu yüzden de... İkinci sorun, yemek porsiyonları: inanamazsınız yani bir porsiyon yemeğin ne kadar büüyk olduğuna yaa, genelde ben bitiremiyorum tek bir tabağı mesela öyle düşünün, çok da beğeniyorum ama olmuyor yani, çok fazla. Ama şimdiye kadar gerçekten beni dumura uğratan şey haftasonu gittiğim Çin lokantası oldu dostlar, merak ediyordum nasıllar filan diye, neyse dolaşırken Jenya'yla girelim dedik. Çok da aç değiliz, ben bir tavuklu, sebzeli filan pilav seçtim, aceba daha alsam mı diye düşünüyorum, Jenya da, sağolsun lokantadaki Bulgar amca Rusça bildiği için bayağı onla muhabbet filan edip bayağı tradisyonel bir plat söyledim dedi. Yemek bir geldi, bak abartmıyorum cidden 1 kilo tabak, gözlerime inanamadım, arkadaş Çin restoranı lan, hani bunlar ufak tefek filan az yemeleri gerekmez mi? Biz tabi yemeklerin ancak 5'te 1'ini filan bitirebildik. Sonra kalanını da amca bari ziyan olmasın ben size bunları paket yapayım götürün evde yiyin çocuklar dedi. Elimizde memur gibi sefer tası tadında poşetlerimizi alıp yurdumuza döndük biz de. Sonra bi 5 kişi filan yedi yemeği yani, resmini çektim de ne kadar belli oluyor bilemiyorum.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEia3jFOzmWFM2ChbxDVxDd2x1t9cjaGbrbQZQpHrPimmmIKkC6bfoTii05a3tWm0INi6mBA-ox0s_KD45PGk_M_wGwYf6WJd1Gh5Z-VzBe9GSN_9GS5gY7vSye4qNwraFxJobIibSYg4q4/s320/P231010_20.04.jpg)
Bu aralar bayağı bir İstanbul lafı ediyorum, ama cidden özledim yaa memleketimi. Hatta bugün duygusal şiirler bile yazdım, gerçi Orcan gıcık oluyor buna da, ne yapalım arada karalıyoruz bişiler benim hoşuma gidiyor şahsen. Birkaç gündür bir iyi, bir kötü olmaktan hava durumu gibi oldum. Ne yazık ki nasıl olacağım hakkında haftalık tahminler yapılamıyor dostlar, adeta İstanbul'un havası gibiyim, hiç güven olmuyor bana. Dersler İşletme-1 gibi olunca ben de tekrar 17 yaş triplerine mi girdim nedir, bilemiyorum. Ancak "Perşembe günü -yani yarın- kar yağacak" söylentileri beni gerçekten üzüyor dostlar, Ekim'de kar yağarsa Ocak'ta filan ne olur lan burası? Geçen çamaşırlarımı yıkattım, onları almak için dışarı çıktığımda, aşağıdaki dönerci abiden döner alırken muhabbet filan ediyoruz, Çok soğuk yaa, dedim, bu da bir şey mi yaa sen yeni geldin heralde kışın buralar eksi 20 derece oluyor dedi. Şu an için bu laflara inanmak bile istemiyorum dostlar, başa gelince çekilir diyerek arabesk havalar bağlıyayım.
Velhasıl böyle dostlar, soğuk havalar Perşembe gününden itibaren Balkanlar'da etkili olmaya başlayacak ama sağolsun bilgisayarımın hava tahminleri haftasonu için 16 filan gibi rakamlarla bayağı iyimser olduğu için beni mutlu ediyor. Aman ne diyelim, "Havalar nasıl olursa olsun, bizim havamız güzel olsun" demi şekerler. Öptüm, bayyyy...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder