8 Ekim 2010 Cuma

Geçip giden günlerin ardından...

Merhaba sevgili blog okuyucuları... Orda mısınız lan? Neyse varmışsınız gibi anlatayım ben. Farkettiğiniz üzere - eğer farkettiyseniz- birkaç gündür - tam olarak 3 gündür- bloguma yazamadım. Peki bu arada neler oldu? Ya da bir şeyler oldu mu? Olduysa neler oldu? Olmadıysa neler olmadı? Arçil'le Şota gerçekten ikiz miydi? Tüm bu soruları blogumuzun "Geçip giden günlerin ardından..." adlı bu özel bölümünde bulacaksınız sayın izleyiciler. Şimdi sözü fazla uzatmadan 3 günün özetine geçelim. Dostlardan gelen uyarıları dikkate alarak daha sistematik yazmaya çalışacağım. Birinci bölümümüzün adı:

Bulgaristan'da Türk olmak

Öncelikle söylemem gereken şey Avrupa'da Türk olmak ile burada Türk olmak arasında muazzam bir farkın olduğu. Nüfusun yaklaşık %10'unun Türk olduğu, 500 yıl kadar beraber yaşadığımız filan düşünüldüğünde burada çok ilginç bir hava var. Aslında gelmeden önce Bulgar milliyetçiliğinden biraz çeiniyordum, hatta ilk günler bir Türk olarak beni aceba nasıl görüyorlar filan diye bayağı bir düşündüm. Ama sağolsun okuldaki Bulgar arkadaşlar gayet dostane karşıladılar. Bulgarca da günlük dilde kullanılan birçok kelimeyi örnek vererek -çorap, çorba, bira, çay, pamuk, çekmece, en çok haydi...- beni hem şaşırttılar, hem mutlu ettiler hem de garip bir şekilde mutlu ettiler. Tabi ben de artık yavaş yavaş Bulgarca'yı çözüyorum, gruptaki en azimli - hatta tek azimli- insan olduğum için de bu çaba bayağı takdir topluyor. Okulun kafeteryası ve karşıdaki yemekhanede derdimi Bulgarca anlatmaya çalışıyorum, Bulgar kızlarına günaydın, ne haber filan diye şirinlikler yapıyorum filan. Bu arada ne zaman başka ülkelerden gelen insanlarla konuşsam bilhassa tarihi, kültürel, coğrafik yakınlığımızın olduğu Cezayir, Tunus, Makedonya, Hırvatistan tabi ki Bulgaristan gibi ülkelerden gelen arkadaşlarla ne zaman bir araya gelsek, molalarda sigara içmek filan gibi, konuşulan tek konu Türkiye bilhassa İstanbul oluyor. Yani pek başka bişeyden konuşmuyoruz, hep Türkiye ve Türkler, istanbul çok güzel filan garip bir muhabbet oluyor benim için. Herkes ya İstanbul'u biliyor ve gidip görmek istiyor ya da daha önce görmüş, duymuş vs. Mesela bir Cezayirli arkadaşım ooo Türkiye filan girdiği konşmasında ilginç bir anekdot anlattı. İstanbul'a gelmiş, havaalanına inmiş (Atatürk): "Dışarı çıktım" diyor "ulan burası neresi böyle sanki gelecekteyim hissine kapıldım o devasa afişler, mimari filan". Vallahi şaşırsam mı, gururlansam mı, yoksa yok yaa o kadar değil filan diye mütevazi mi olsam bilemedim...

Şimdi bir diğer etkiye geçeyim: Türk dizileri. Hani hiç dizi izlemeyen bir insan olarak medyada filan duyuyordum, "Türk dizileri Araplar'ı fethetti" filan laflarını ama bu kadar etkili olduğunu gerçekten hiç bilmiyordum yaa. Sadece Fas, Tunus filan gibi Arap ülkeleri değil, Makedonya, Hırvatistan ve tabi ki yine Bulgaristan televizyonlarında da meğerse bu diziler gösteriliyor ve geniş bir kitle tarafından izleniliyormuş. Yani Brezilya'nın soap opera dediğimiz pembe dizileri ya da Amerikan dizileri nasıl bir ara televizyonların baştacıysa şu anki durumda Türk dizileri sanırım o yerde (tam olarak bilemiyorum tabi). Gerçekten o kadar şaşırıyorum ki bana sorular filan soruyorlar, işte Gümüş filan hiç izlemediğim için nerdeyse utanıcam. İşin garibi Bulgar arkadaşların bana Nasılsın? İyi geceler gibi Türkçe şeyler söylemeleri, nerden öğrendiniz sorusuna, dizilerden cevabı beni acayip şaşırtıyor açıkçası. Dedim ki altyazılı mı izliyorsunuz, yok dublaj varmış ama alttan Türkçesi duyuluyormuş az biraz, ordan kapmışlar filan. Zaten okuldaki öğrenci profiline baktığımızda, ki 28 nasyonalite var, en gelişmiş demiyim de en gelişmiş ekonomiye sahip ülke bizimkisi, bi de Ruslar var ama onları nüfus/yüzölçümü paritesinden farklı değerlendirmek lazım filan...

Sonuç olarak bu ortamda sanki müthiş gelişmiş ileri bir ülkeden geliyorum, en birinci biziz gibi bir hava var yani, Fransa'da filan bir süre okumuş bir insan olarak ve biraz Avrupa'yı gezmiş bir genç olarak burada hissettiğim atmosferin ne kadar farklı olduğunu anlatabildim mi bilemiyorum. Neyse belki ilerleyen günlerde bu konuya tekrar dönerim. Şimdi bir diğer başlığımıza geçelim.


Üç gece, üç içki

Evet değerli dostlar gelelim neden birkaç gündür yazmadığıma. İlk olarak Perşembe günü ilk sınavımı oldum. Gerçi Çarşamba günü de İngilizce değerlendirme sınavı oldum da o biraz daha geyikti. Yani ilk hafta, ilk sınavlar modu hakim burada. Tabi sizlere ders çalışmak için blogumu güncellemedim yalanı atmayacağım. Sebebi Türk kafilenin ikinci üyesinin de aramıza katılmasıyla kendimizi biraz dışarıdaki hayatı keşfetmeye vermiş olmamız. İlk gün yani çarşamba dışarıda bir şeyler yiyelim dedik ve dış taraftan gayet şık görünen ve İstanbul'da ne bileyim rahat rahat girmeyeceğim bir yere girdik ama sevimli filan bir yer isteyerek girdik. İngilizce menüleri var sağolsunlar getirdiler, domuz eti olayına hiç girmek istemediğim ve daha hafif bir şeyler yemek istediğim için Chicken Kavarma dedikleri (bildiğiniz kavurma sanıyordum) böyle şahane güveç tenceresinde tavuki mantar, domates filan -tek eksik üzerine kaşardı- çok lezzetli ve doyurucu bir yemek söyledim. Daha doğrusu ne söylediğimi pek bilmiyordum, gelince gördüm. İşin ilginci burada yemekler porsiyon gibi değil, yanlarında gramı yazıyor, ya da diğer lokantalarda olduğu gibi istediğin kadar koyduruyorsun, kaç gram gelirse onun parasını ödüyorsun filan öyle. Neyse bir güveç, bir tavuk ızgara, iki bira, güzel bir ortam, müzik filan gayet rahat yemeğimizi yedik ve ne kadar hesap ödedik? 15 leva! Kişi başı değil toplamda! Bu nokta çok garip, böyle Bolu lokantası gibi bi yer var mesela orada bişeler yesem 6 leva ödüyorum, çok daha düzgün bir yerde yiyip bira içince 7,5 leva ödüyorum. Benim şu ana kadar anladığım kadarıyla, kalite ve ortam filan olarak bir üst sınıfa çıkınca fiyat farkı o kadar artmıyor. Ama ilginçtir gittiğimiz yerde pek öğrenci filan yok, daha böyle genç yetişkin tadındakiler var filan. Neyse efenim çok iyi oldu, çok da güzel oldu Türkçe konuşup, güzel bir yemek yeyip, biramızı sigaramızı içip (yasak filan yok restoranlarda takılıyorsun gayet ya da bir kısımda içiliyor, diğerinde içilmiyor filan çok hoş bu da!) Neyse biz ikimiz de zayıflayalım filan derdindeyiz, her akşam böyle içmeyiz yaa filan diyoruz. Ama ikinci gün noldu? Dolaşıyoruz filan, ben biraz açım, Başak da dedi gel bir yere gidelim sen bir şey ye, ben de salata filan yerim belki. Sonra yine bir restorant-bar'a gittik ve ben yine muhteşem bir seçimle pane harcına batırılıp şişte kızartılmış ve üzerine sos dökülmüş sebzeler yedim. Yanında iki kadeh Merlot şarabı içtim. Başak da -benim seçimimle- üzerine hayvan gibi peynir rendelenmiş elma dilim patates ve absolut vanilya içti. Hesap yine aynı: 15 leva! İstanbulda bunlara 40 civarında verirsin bence. Ve işin garibi burdaki yemekler çok lezzetli lan! Neyse bugün de Almanya maçını izleme amacıyla dışarı çıkıp yakındaki bir Türk restoranına gittik - ki yakında bir sürü Türk lokantası var- maç yokmuş, böyle canlı müzik, Sezen Aksu'lar Emel Sayın'lar, rakı, haydari acılı ezme gibi mezeler filan var, biz neyse yaa bakalım etrafa diye çıktık. Biraz dolaştıktan sonra hadi ya gidip bari bi kadeh rakı içelim dedik tabi ki : ) Fix menü varmış da çok aç diiliz öyle adam neyse yaa ayıpsınız ayarlarız dedi, bize bir çiftin yan yana oturduğu masanın karşısına oturmamızı söyledi, ben tabi gerildim filan, gelin ya çekinmeyin herkes Türk, tanışın dedi, Başak saolsun çok komünikatif olduğundan biz tanışıp oturduk masaya. Abinin yanındaki abla bulgar, evlilermiş filan, çocukları varmış, abi 20 yıl önce gelmiş, bir daha hiç Türkiye'ye dönmemiş, pasaportu yokmuş uzunca bir süre 2 yıl önce Bulgar vatandaşlığı vermişler filan, abla türkçe bilmiyor, konuştuk filan, rakımızı içtik, mezemizi, sıcak pide ekmeğimizi yedik. 20 leva hesap ödedik bu kez, zaten bence burda en pahalı restoranlar Türk restoranları, küçük döner 2,5 levayken; koca dilim bir pizza 1,5 leva filan garip şekilde. Neyse bir gün de böyle geçti, yani Başak dost geldiğinden beri grupta 3'te 3 yaptık. Üç gecede üç farklı restoranda, üç farlı yemek ve 3 farklı içki içtik. Diğer arkadaşların yarısı müslüman oldukları için hiç içki içmiyorlar filan, diğerleri de Bulgar olunca kaldığımız yerde kalmıyor, çok az ihtimal kalıyor beraber dışarı çıkmamız için, neyse yarın yine aktivite var, hep beraber şehir merkezinde yemek filan yiyeceğiz, sonrasında Gürcü kızların karşıdaki gece kulününe gitme planları varmış, belki onlara katılabiliriz. Bu arada Başak Gürcü kızın biri sana yazıyor diyor ama ben hiç bilemiyorum yaa... Şu an Gürcistan listelerde yok off neyse genç kız tadındaki yazıma burada bir son veriyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder