![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh6N1qxHOLpP7xuW5JvIK1AJZM3eFEFFVFpPZLHnEwOoknPLJL84Xs8QIW-_3O0DozIanN4DbCLBCs0MhI8djZDYsuxY0atpAp-GKefFxYV9vBcglbhkMj4_8gR5l9RMpHJv-FYgPJ3sQc/s320/P300910_15.42.jpg)
Neyse sonra Mbaye’nin Senegalli dostları geldiler, biraz durdular ki Galabov imdadımıza yetişti, hepsini alıp dişçiye gitti. Sanırım komik olaylar olmuş akşam anlattılar biraz ama 3 Senegalli, 1 Fildişi Sahili, 1 de ya tam bilmiyorum Koda filan gibi bi ülke varmış oralı bir kız, bunlar kendi aralarında Afrikan Fransızca takıldıklarından hepsini anlamadım ama hep beraber güldük filan... Dişini çekmişler Mbaye’nin, şimdi iyi gibi. Neyse biraz da kendimden bahsedeyim. Bugün sonunda şehir merkezini gördüm dostlar! Gerçi bayağı yorucu bir süreç oldu bu. Kaldığım yerin de ne kadar şehir dışı olduğunu anladım vesselam. İlk önce bizim aşağıdaki dönerci abiye, burdan merkeze nasıl gidilir dedim, minibüsle git dedi, ben de aylık sınırsız akbil gibi bişey olduğundan hayır otobüsle gitmek istiyorum dedim, Bulgar yardımcısı (ki eleman Türkçe yi benim sayemde ilerletiyor, bkz. Abi sana ne verim filan gibi...) ile bişeler konuştular epeyce pek anlaşamadılar. Neyse en sonunda dönerci abi 94 numaralı otobüse bin şoföre şimdi hatırlamadığım, aslında hiç öğrenmediğim bişeler söylememi salık verdi, ben bi şekilde hallederim düşüncesiyle ayrıldım dönerci dükkanından, nasıl olsa otobüsün numarası vardı, şehir merkezi de 10-15 dakika demişti burdan Mbaye dost. Bindim otobüse, etrafa baka baka gidiyorum, ya birine sorucam ben merkeze gitmek istiyorum diye hatta merkezin Bulgarcasını da biliyorum (Tsentır) ama bunlar ingilizce bilmiyor ya darlamıyim kimseyi dedim, bir de hepsi kız yanlış filan anlarlar diye sormadım, nasıl olsa merkez kendini belli eder yaa dedim. Bir ara bir ormana girdik, çıktık, trafik arttı, dedim merkez bu taraftadır, ama inmedim, biraz daha bakınim diye, sonra otobüs değişik yerlere gitmeye başlayınca ineyim ya en iyisi nasıl olsa yavaş yavaş dolaşırım diye düşünüp indim bir yerde. Elimde harita yok, şehri hiç bilmiyorum, Bulgarca bilmiyorum ve etrafta Turizm ofisi gibi bir işaret de hiç görünmüyor. Neyse yürüdüm, yürüdüm.... ama bildiğiniz orman yaklaşık 10 dakika orman yolunda (şose) yürüyüp iki kişiyle filan karşılaştım, onların da tipini beğenmediğimden arkadaş merkeze nasıl gidilir diye sormadım. Sonra baktım yolda Tsentır için sola dönün ibaresi var, iyi dedim bulucam merkezi, arkadaş sola da döndüm tamam merkez solda da ne kadar ileride bilmiyorum, yürüdüm... Etrafta güzel yapılar filan, trafik hafiften yoğun, tamam doğru yolda olma hissiyatı... Kalabalık caddelere vardım böylece, birinden başladım yürümeye, Sofya’da nerden yürüsen Vitosha caddesine çıkar diye duymuştum dedim çıkarım elbet, sonr abaktım çıkamıyorum güzel gördüğüm sokaklara girdim. Dolanıyorum öyle, bir yandan da açım yaa! Zira geldiğimden beri çok az yemek yiyorum, işte sabahları meyve, öğle sonrası belki pizza, akşam da ne bulursam yemek... Bir baktım kcoa bir bina, görkemli filan, ohh Vitosha’ya varmışım! Buranın İstiklal Caddesi diyebilirim Vitosha’ya ama biraz daha geniş daha sadesi filan... Neyse çıktım bu caddeye biraz yürüdüm şöyle şirin, çok tiki olmayan bi restoran arıyorum, neyse dedim baktım bir yerde böyle börek gibi şeyler var en iyisi 1 tane alim de yiyim diye içeri girdim, baktım şahane sulu yemekler var ohh iyi şansım var diye düşündüm. Adama gösterdim, “I want this one” filan diyorum, adam piliçka sotes gibi bişe dedi ohh dedim yaa bu da aynıymış, tamam piliç sote istiyorum dedim, sonra pilavı gösteriyorum adam pilav diyor, dedim arkadaş bu ne biçim dil, türkçe konuşsam anlaşıcam herkesle niye İngilizce’yle bünyeleri geriyorum. Baktım adam türkmüş, ulan dedim yaa her yer türk, herşey türkçe, sanki başka bi ülkede değilim de Türkiye’nin bir bölgesindeyim, akşam yürürken sokaktan Emel Sayın sesi filan geliyor o derece... Neyse orda piliç sote, pilav, pide ekmek ve ayran (ne hikmetse ayran 500 ml!) dan oluşan menümü afiyetle yedim, çıktım. Biraz daha dolaştım, bikaç kilseyi gezdim, yürüdüm, yürüdüm, sonra yanlış yöne doğru yürüdüğüm için (Vitosha’ya çıkar çıkmaz bir Sofya haritası almıştım, ama haritada yerimi epeyce bir süre bulamadığımdan, kafam karışmıştı) tekrar Vitosha’ya döndüm, dedim bari bir bira içim de evime döneyim. Bu arada biliyorum Bulgarcada bira bira, aynı yani... Garsın kıza edna bira molya dedim, kız tabi haliyle Bulgarca şişe mi kutu mu filan gibi sorular sordu snaırım ben de ingilizceye dönüp in the bottle dedim. Tabi Türkiye’deki gibi değil ki arkadaş bira isteyince envai çeşit bira var, kız sayıyor, dedim ki “Do you have Bulgarian beer?” kız “Sure” diye cevap verip sayıyordu ki ilk birada yes please diyip yine yanlış hatırlamıyorsam “WYUMONCKA (okunuşu Şumonska şeklinde)” birası ve bir bardakla döndü. Ben aceba bira 50’lik mi 33’lük mü diye düşünürken biranın 360 ml olduğunu gördüm, ne garip değil mi? Neyse içtim 3 levamı ödedim, ve kıza “peki ben şimdi Studenski Grad’a nasıl giderim diye sordum. Kız bir afalladı, merkeze gidicem deyince dönerci abide afallamıştı zaten neyse bi anlatamadı, müşterilerden birine sordu filan, sonunda benim metroya gidip bilmemne durağında inmem sonra da yürümem gerektiğine karar verildi. Taksi de tutabilirmişim ama hanım kızımız pek hayırlı olmaz sen en iyisi yürü dedi. Ama kaç numaralı tramvaya binicem sorusu cevapsız kaldı. Metro durağına kadar yürüdüm, bir süre etrafıma bakıp kimi darlasam diye düşündükten sonra, kulaklık olması dışında gerekli özellikleri taşıdığını düşündüğüm gençten bir çocuğa can alıcı soruyu sordum: “Studenski Grad’a nasıl giderim?”. Çocuk bir süre kayglı durdu, ben böyle böyle dediler şu durakta inersem gidermişim ona nasıl giderim diye sorarken, çocuk bambaşka bir yol tarif etti. Önce metro sonra otobüsle gidecektim. Nerde inicem dedim, çünkü durak adları ya yok ya da olsa bile hızlı bir şekilde okunamayacak kadar Bulgarca yazılmış. Çocuk bir ormanı geçeceksin sonra in dedi tramvaydan. Ulan diyorum çocuk orman dedi de ağaçlık alan filan mıdır, nasıl orman derken, cidden bir ormana girdik, şehrin ortasında bildiğiniz orman ve ortasından tramvay geçiyor. Ama ormanda bir durak var imiş, ben yanımdaki liseli çocuğa Semeterya diyip el kol işaretiyle burası mı dedim, o da önce ingilizce bilmiyom dedi de bikaç kelime bulgarca konuşunca, hayır anlamında Ne, ne dedi, next one dedi. Bir şekilde ordan inip otobüsün yolunu da bulunca sorun kalmadı zaten indiğim yer de tam burasıydı ve aynı otobüse dönüp evime dönebilecektim artık. Geldiğimde nasıl yanlış bir yoldan şehre gitiş olduğumu da burda acı bir şekilde anladım ama neyse diyip bünyeler biraz rahatladığından kulaklığımı takıp müzik dinleyerek, biraz durağı kaçırırım telaşı dışında rahat bir şekilde evime döndüm. Gelince Mbaye dosta nasılsın dedim, iyiymiş, dişini çekmişler, adam fırını yakıp ısınmaya çalışıyor odada, üşüyen Afrikalılar, diğerleri de geldi ellerinde eldivenler, kafada bere filan ulan kışın napıcak bunlar diye düşünmeden edemedim... Neyse böyleyken böyle efendim, yarın resmi açılış var, heyecan başlıyor!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder