Sofya'ya ilk geldiğim günlerde buradaki hayatı biraz anlatmak, görüp ilgimi çekenleri paylaşmak için blog tutmaya başlamıştım. Bir süre oldukça hararetle yazdığım yazılar gerek Sofya'daki hayata alışmam gerekse hayatıma daha önemli şeylerin girmesiyle bıçak gibi kesilmişti. Zaten anmak istemediğim tatsız olaylardan sonra da yazasım filan gelmemişti. Burada da sadece arkadaşlarım için yazdığım ve bir hayli dalga geçerek biraz da oldukça "intime" muhabettler yaptığım ancak herkesin okuyup kendince bir yorum yapması ya da yapmaması sonucu şevkim de biraz kırılmıştı... Neyse bu konuları uzatmayıp sadede gelelim!
Efenim 2 ay sonra yeniden Sofya'dayım. Sebeb-i ziyaretim yılan hikayesine dönen askerlik tecili meselesi. İnşallah bu sefer bürokrasinin Kafkaesk koridorlarını aşarak amacıma ulaşabileceğim. İlk kez turist olarak geldiğim Sofya şehrinde aslında 9 aylık bir geçmişin de getirdiği tanışıklık, hislerimi oldukça ilginç kılıyor. Bir yandan bakıyorum da değişen hiçbir şey yok, halen Sofya'yı oldukça az ilgi çekici ve sıkıcı bir şehir olarak görüyorum. İlk kez geçtiğimiz yıl Eylül ayında geldiğim Sofya'da halen ilgiye değer bulduğum tek şey: parklar ve yeşillikler. Gerçekten yine tekrarlıyim Nazım Hikmet'in dediği gibi 50 yıl sonra bile Sofya'da "yeşil betonun önünde". Sabahtan çıkıyor, park park geziyor, biraz kitap okuyor, bir şeyler yiyip içiyor, serinliyor, yola devam ediyorum. İşlerim olduğunda sabah konsolosluk, tercüme bürosu, okul filan gibi yerlere gidiyor, ordan aldığım cevaplara göre de bazen keyifli, çoğunlukla tedirgin kendimi parklara, bahçelere, kafelere filan atıyorum. Sonra hostele gelip internete giriyor, şöyle bir bakınıyor, belki biraz daha okuyor ya da uyuyor, sonra yeniden dışarı çıkıyorum. Kaldığım otel oldukça enteresan, Bulgaristan'da hizmet kültürü olmadığı her yerde görülüyordu da ilk kez bu kadar derinden hissettim sanırım. Dün gece oteldeki amcanın gazıyla bara gittik, bu arada Türk bir çocuk daha var, Sevilla'dan otostopla buralara kadar gelmiş 2 ayda filan... Adam gelip haydi gidin, gidelim, bak İngiliz kızlar da gitti filan deyip bizi adeta zorla çıkardı dışarı, tabi yolda baktı kızlar başka yere gidiyor, bıraktı bizi, biz de gidip 2 bira içip çıktık filan. Bugün de yine oteldeki görevlilerden bi kız haydi konsere gidelim, parkta beleş konser var diyip zorla çıkardı bizi, gittik caz çalan bir kız grubunu dinledik geri döndük filan. Neyse halbuki güzel yazarım filan diyordum ama mal gibi yazı çıktı. Duygularımı filan anlatamadım. Bir daha deneyelim.
Hah şöyle söyleyeyim Sofya o kadar boş ve sıkıcı bir şehir ki, hava o kadar sıcak, geceleri filan yollarda adam göremiyorsun. Ben bunu yaz gelince geçer sanıyordum ama değişen hiç bir şey yok. Hatta etrafta gördüğüm turistler bile bildiğin dışarı çıkmıyor. Oturuyor, TV izliyor, bi Fransız çift var mesela ne zaman gelsem hosteldeler, çıkıp bir şehri göreyim filan hiç ilgilendirmiyor onları. Haksız da sayılmazlar gerçi de o zaman "Neden Sofya?" diye sorarlar adama! Bir yandan da yaşayanlara bakıyorum, o kadar bara filan gittim burada, sadece bugün ilk kez insanların gerçekten eğlendiğini hissettim. Abartıyor olabilirim ama şehirde o kadar bir aktivite yok ki, yapabileceğin bara gitmek, parkta oturmak, dağa çıkmak belki ama her daim içmek. Bir de içki pahalı olsa sanırım Sofya şehir olarak mahvolur. Biraz bizim küçük illere benziyor, en küçük değişiklik bile bu sakin hayatta dalga dalga yayılan bir göldeki gibi etki gösteriyor. En küçük etkinlikler filan merakla bekleniyor, o kasaba ve köylere özgü olan "şölen" merakına dönüştürülüp o dönemde bolca eğlenilmeye çalışılıyor filan. Küçük olmasının yanında bu kadar da sakin bir hayatı olması da bu şehri benim gözümde gençler için, yaşamak, eğlenmek, gezmek, farklılaşmak gibi şeyler olan her şeyden bir o kadar uzaklaştırıyor. Sanki insanlar çocukları da büyüyüp Sofya'da yaşamaya devam ettiğinde gizliden bir gurur duyuyor, ya da onlar gitmek istediğinde sessizce aralarında bir anlaşma varmışçasına onları anlıyor ama yine de belki kıskançlık, belki kokru yüzünden onları yolundan çevirmeye çalışabiliyorlar. 25'li yaşlarda burayı terk etmeyenler sanki hayatlarında gizli bir mutluluğu yakalamış mütevazi insanlar gibi "hayatımıza çok şükür" edası içerisinde sanki bu şehirde yaşamayı ve yaşlanmayı bir kader gibi kabulleniyorlar.
Belki burdaki durumu abartıyor olabilirim, ama durum budur bana göre...
Dovijdane Sofia,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder